Hasan
Selim Gönen’i Yakınları, Yoldaşları
Anlatıyor:
Yoldaşları anlatıyor:
Şimdi Senin
Umudunu, Özlemini, Kinini Biz Kuşandık!
Eline aldığın her işte
mütevazilik, sadelik var. Yıllar sonra yine aramızdaydın, gençliğin içindeydin.
Bir süre alışman zor oldu sese gürültüye ama bir Dev-Genç’li için zor nedir ki.
Yaşına, deneyimlerine karşın kimsenin inisiyatifini kırmaz ne iş verilirse
titizlikle onu yapardın.
Yine mütevazi yine sıra
neferiydin.
Coşkun, kararlılığınla
Dev-Genç’lisin. Her an herkese sakince bir şeyler anlatırdın. Kaybedecek vakit
yok. Düşmandan katliamlarından bahsederken kalmazdı sakinliğin, gözlerinde öfke
okunurdu. Meşhurdur Yıldız’da çatışmaların.
Her zaman cüretli, her
zaman sahiplenen, şehitlerine en iyisini vermek isteyen Hasan abimiz. Sorulacak
hesaplarımıza seni de ekledik. Hesabını soracağız.
***
Hasan’ın
Yerini Doldurmak İstiyorum
Hasan benim için çok özel
ve değerli bir insandı. Neden değerliydi örgütlülüğü onunla tanıdım. Kocaeli’ne
geldiğimde darma duman bir şehir vardı karşımda ve ben de hiçbir şey bilmiyordum.
İstanbul’dan birkaç sorumlu geldi gitti ama sorunları çözemedi. Hasan,
Kocaeli’yi kendine getirdi.
Sakindi
ama bilmeyene, öğrenmek isteyene karşı ukalalara, ahlaksızlara karşı, sakin
değildi. Benimle de çok uğraştı. Her zaman herkese de anlatmışımdır. Uzun süre çalışmadık ama oturmayı kalkmayı
yoldaşlık ilişkilerini alt üst ilişkilerini demokratikte de savaşçı olunması
gerektiğini bana o öğretti.
Saçma sapan sorular
sorduğum oluyordu Hasan’a. Bu da nerden çıktı, nasıl böyle düşünebiliyorsun demedi
hiçbir zaman, en ince ayrıntısına kadar en başından anlattı. Hasan bana çok şey
öğretti. Hapishanede de yazışıyorduk. Geçmişte yaşadığımız birçok şeye
özellikle de benim hallerime güler olmuştuk. Bana soruyordu, "iç seslerini"
dinliyor musun hala diye. O hallerin eskide kaldığını ona anlatmak bana gurur
veriyordu. Geliştiğimi göstermek istiyordum. Bu onunda gurur duyacağı bir
şeydi. Çünkü bunda onun da emeği vardı.
Dün gençlikten
arkadaşlarla Hasan’ı konuştuk. Hepsine Hasan’ı anlayana kadar anlatmak istedim.
Önce çok zorlandım anlatmak istediklerimi anlatamıyormuşum gibi geldi. Eksik
geldi hep. Onun; emekçiliğini, sabrını, büyük iş küçük iş demeden her şeyi
yaptığını, bir insanda ne kadar ısrarcı olduğunu anlatmaya çalıştım. Ama onun
bana birçok şeyi anlattığı yerde benim bilmeyenlere onu anlatmam bana çok
farklı şeyler hissettirdi. Daha fazla anlatmalıyım dedim. Buradaki herkes onu
daha iyi tanımalı, savaşçılarımızı komutanlarımızı daha iyi tanımalı ve yarın
hepsi onun hesabını soracak savaşçılar komutanlar olabilmeli...
***
Çıktığımda onu görmeyi
çok istiyordum. Çıkar çıkmaz sordum zaten, ama yoktu. Göremesemde böyle
olmasına sevindim nasıl olsa bir yerlerde görürüm, karşılaşırız diyordum. Keşke
görebilseydim. Görmesek de beraberiz... Gören arkadaşlara soruyordum, nasıldı,
ne yapıyordu diye İnsanlar üzerinde çok büyük bir etki bırakmıştı Gençlikte
kısa bir süre kalmış ama herkesi çok etkilemiş, herkeste bir iz bırakmış.
İtiraf edeyim, onun gibi olmaya çalışıyordum. Onun insanlarla nasıl sohbet
ettiğini ilgilendiğini emek harcadığını hayal edebiliyorum.
Hasan bana gene öğretti.
Hayatıyla, şehit düşme biçimiyle bıraktığı izlerle... Hasan elinde silahıyla hayal
ettiği gibi şehit düştü. Bugün bende elimde silahımla onun hesabını sorabilmeliydim.
İki gündür aklımdan hep bu geçti. Burada da hesap sorulur yaptığımız her şeyle
onun hesabını sorarız, ama onun gibi olmalıydım. Onun ve tüm şehitlerimizin
hesabını sormalıydım, sormalıyım...
***
Hasan benim, bizim
sorulacak hesabımızdır. Hiçbir güç Hasanı ve katillerini aklımdan çıkaramaz.
Hiçbirini affetmeyeceğim! Hasan’ın hesabı benim namus borcumdur.
Devrimciliğime, savaşçılığıma eklediğim bir neden dahadır. Hasan’ın hesabını
sormadan ölmeyeceğim.
***
Senin
Umudunu, Özlemini, Kinini Biz Kuşandık Şimdi!
Hasan abi ile tahliye
olduktan sonra tanıştık. Hasan abiyi
daha önce onunla aynı dönem Dev-Genç içinde çalışma yürüten arkadaşların
anlatımlarından tanıyordum. İllegaldeyken yakalandığını duymuştum. Hasan abiyi tanımaya başladıkça illegaldeki
mücadelesine kaldığı yerden devam etmek istediğini her hareketinden ve davranışlarından
anlıyordum. Eksik-yarım bıraktığı, tamamlamak istediği şeyler olduğunu
anlıyordum ve de şehitliği ve direnişiyle de tamamladı yarım bıraktığı işini.
Tutsakken annesine “merak etme anne bir daha tutsak düşmeyeceğim” demiş
ve bunu söylerkenki düşüncelerini şimdi daha iyi anlıyorum.
Hasan abiyi ilk
tanıyanlar da onun mütevazi yanını hemen görürler. Hasan abi tahliye olduktan
sonra bir ara onunla eğitim çalışmaları aldık, ancak bu eğitim sürecinde
aramızda 7 yaş olmasına ve benden daha uzun yıllar örgütlü yaşamda olmasına
rağmen üstenci bir tavır takınmadı ve asla böyle bir imada bulunmadı.
Abi çok emekçi bir
insandı, Gençlikte kaldığı dönem ufak, büyük hiçbir işi ayırt etmeden yaptı
ve hiçbir gün üf püf demeden sabırla
yaptı.
İnsanlarımızın hepsiyle
çok çabuk bağ kurdu ve konuştuğu kişilerin Hasan abisi olması için 5 dakika
yeterliydi. Çocuklarını derneğimizden uzak tutmaya çalışan sinirli aileleri
bile yatıştırıp öyle gönderirdi.
2012 1 Mayıs teknik
hazırlıklarında emeği büyüktür. Kortejlerimizde bu sene daha fazla pankart olmasına
karar vermiştik ve bu nedenle 14 pankart yapacaktık. Bu görevi de Gençlik
olarak biz almıştık. Hasan abi diğer arkadaşların 1 Mayıs duyuru çalışmalarını
yapmaları için Sultan ile beraber 14 pankartı da bitirdi. 4 gün boyunca günlük
3 saati geçmeyecek şekilde çalışıp pankartları bitirdiler ve hep biz yaptık,
kimse yardım etmedi diye mızmızlanmadı ve en yeni insan bile Hasan abinin bu
özelliğine çok saygı duyardı.
Hasan abi için
söyleyeceklerim bunlarla sınırlı değil tabii ki, keşke Hasan abiyi daha uzun tanıma
fırsatı bulsaydım ama tanıştığımız kısa süre içerisinde çok şey öğrendim ondan.
Hasan abimizin şehitliği bana yarım kalan işimizi hatırlattı. Hep deriz ya
şehitlerimiz yarım kalan işlerimizi temsil eder. İşte bu söz Hasan abi de somutlanıyor.
Onun için tek damla gözyaşı akıtmamaya söz verdim kendime ve akıtmayacağım da.
Yarım kalan işimizi omuzlamaktan, öfkemizi büyütmekten başka yolumuz olmadığını
o öğretti bana.
Sen benim yarım kalan
işimsin Hasan abi ve umutların, özlemlerin, kinin bende şimdi. Senin umudunu,
özlemini, kinini biz kuşandık şimdi. Hesabın yarıda kalmayacak. Hesabını
soracağız, hesabını soracağım...
***
Şimdi
Senin Umudunu, Özlemini, Kinini Biz Kuşandık
Kendimi
Daha Çok Büyüteceğim. Bedel Ödetmek İçin Daha Çok Büyüyeceğim
Gençlikte
onunla ilgili konuştuk bugün. Kimi arkadaşımız seneler öncesinden tanıyor onu.
Kimi birkaç ay birlikte bulunmuş, kimi birkaç gün. Kimi ise sadece birkaç saat
sohbet etmiş. Hepsinde derin mi derin izler bırakmış. Söz birliği etmişçesine sabrından,
sakinliğinden, emekçiliğinden bahsediyorlar. Tabi bir de yoldaşına verdiği
değerden. Anadolu’dan gelen arkadaşlar birkaç günlüğüne tanıyabilmişler
onu. Hepsi şunu söylüyor "yeni gelmiştim tek oturuyordum ilk o geldi
yanıma. Bir anda sohbetin içine çekti beni." İyi bir gözlemciydi
ve çevresine karşı çok hassastı gerçekten Hasan abi. Çevresinde "of"
çeken, yalnız oturan, yüzü düşmüş olan varsa hemen fark eder, yanına yaklaşır
ve elini omzuna koyardı. Hele sakinliği... Şehitliği derin muhasebeler
yaptırdı bana. Sabırsızlığım, sakin olamayışım, bir anda parlayışım... Onun
o sakin halleri gözümün önüne geldi geldi, utandım. İnsanlar onun sakin sakin
anlatışından ve hiç kızmayışından bahsetti bahsetti, utandım. Onun için
devrimcilik tam anlamıyla bir kimlik olmuştu diyebilirim. Gençlik’te olduğu o
kısa sürede nasıl etkileyebilmişti bu kadar insanı. Sırf onunla sohbet edebilmek
için derneğe düzenli gelenler oluyordu.
O kısa sürede dernek
çiçek gibi olmuştu. Armutlu’dan her geldiğimde fark ediyordum. Arkadaşlara soruyordum
bu farkı. "Buraya Hasan abinin eli değdi" diyorlardı. Teorik
olarak inanılmaz birikimliydi. Güncel olaylara hakimdi. Onunla her konuda her
şeyden sohbet edebiliyorduk.
Armutlu’daki
çadırda birkaç gün kalacaklardı Sultan’la. Birkaç gündür uykusuz oldukları için
onlar uyusun diye mahalleden fazladan nöbetçi ayarlamıştık. Gece çadıra bir
gittim, nöbetçileri yatırmışlar nöbeti onlar tutuyor.
En
son tutukluluğundan sonraki tahliyesinde annesi "bir daha seni
oralarda görmek istemiyorum" demiş o da "merak etme
anne bir daha girmeyeceğim hapishaneye" demiş. Annesi de sevinmiş
mücadeleyi bırakacağını düşünmüş. Oysa onun kafasında, halkın adaleti olmak
varmış. Düşmanın eline bir daha geçmeyecekti. Hesap sormak için dışarıda,
sokaklarda olacaktı ve yine düşmanın eline geçmeyecekti.
Gazi’de
katledildiklerinde yanlarından geçti bindiğim dolmuş. Belki katillerin o siyah
camlı arabalarındaydılar. Bir iki dakika erken geçsek belki Hasan abinin teslim
olmayan bedenini görebilecektim son kez. Yanlarından geçerken olayı bilmiyordum
ama gözaltılardan tanıdığım o katil suratlı köpekleri orada gördüğümde, o
korkularını suratlarından okuduğumda anladım bunların bizimkiler olduğunu.
Yüreğim hop etti. Belliydi ki ya bedel ödemiştik ya bedel ödetmiştik. Çok
geçmeden öğrendim ki bunlar gerçekten bizimkilerdi. Bu sefer bedelimizin ve
sorulacak hesabımızın adı Hasan abiydi. Senin kadar olabilir miyim bilmiyorum
ama sakin olacağım Hasan abi. Kendimi daha çok büyüteceğim. Bedel ödetmek
için daha çok büyüyeceğim. Sen yüreğimin ta içindesin şimdi. Sultan’ın acılar içindeyken attığı
sloganlarımıza kilitlenişinde ve kanlı parmaklarındaki zafer işaretindesin...
***
Hasan
Vefanın, Sadeliğin, Mütevaziliğin, Halkın Adalet Özleminin Adıdır
Hasan 2002-2003 döneminde İstanbul’a Yıldız
Teknik Üniversitesi’ni kazanarak gelmişti. Çanakkale Gelibolu’da bizimle ilgili
birçok şeyi (ölüm oruçlarını, tarihimizi) dinleyip, yayınlarımızı okuyup geldiğinde
direk örgütlenme isteğiyle bizi aramış, fakat birkaç ay bağ kuramamış.
Tanıştıktan sonra hızla mücadele içinde yeralmış, kendini kısa sürede
geliştirmişti. Hasan’la aynı dönem mücadeleye başlamıştık. Sade, doğal, içten, yoldaş sevgisiyle dolu
bir yoldaşımızdı. Yoldaşını herhangi bir düşman saldırısında tereddütsüz
sahiplenirdi. Bir keresinde Beşiktaş’ta dergi satışında topluca alındığımız bir
gözaltında bizi zorla arayıp hücrelere attıktan sonra bayan arkadaşlarımızın
da, zorla işkence yaparak, üzerlerini arıyorlardı. Üstlerini başlarını çıkarmışlardı.
Biz de slogan atıp kapıları dövüyorduk. Bayan arkadaşları önümüzden o halde geçirip
nezarethaneye götürdüklerini görünce müthiş öfkelenmiş, ‘sizin ananız, bacınız
yok mu şerefsizler’ demişti. İşkenceciler bu sözüne tahammül edemeyip gaza
boğmuşlardı bizi.
Hasan’ın en belirgin
özelliklerinden biri, onura, namusa verdiği önem ve değerdi. Düşmanın halka yönelik
onursuz dayatmalarına büyük öfke duyardı. Hasan yoldaşını tereddütsüz sahiplenen
olduğu gibi aynı zamanda sabırlıydı da. Sorun yaşayan, tartışmalara yol açan
insanlara sabırla, tane tane, uzun uzun anlatırdı. İkna özelliği vardı;
alanına, altındaki insanların sorunlarına vakıf olurdu. Emekten kaçmazdı, kestirip
atmazdı. Hasan’ın sinirlendiğine tanık olduğumu hatırlamıyorum örneğin. Teorik
olarak Dev-Genç saflarındaki en donanımlı insanlardan biriydi. Okumaya, öğrenmeye
sürekli devam etti.
Sade, doğal, emekçi
olduğu gibi neşeli ve hoş sohbetti. Bulunduğu ortamı coşturmasını bilirdi. İş
yaparken de coşkulu ve coşkusunu yayandı… Gençliğin belirgin özelliklerinden
biridir; yemek yemeyi sever, bu konuda skeçlere konu olmuştur çoğu kez.
Fakat aynı Hasan gençlikte
ekonomik olarak darda olduğumuz dönemlerde ağzına birkaç lokma atıp masadan
kalkmıştır çoğu kez. Yoldaşlarını düşünmüştür çünkü. Kendisinin aç kalması
önemli değildir onun için. Yoldaşlarının doyması önemlidir. Bunun gibi
birçok örnek vardır. Örneğin üstüne başına yeni elbise aldığına hiç tanık olmadım.
Ablalar, ağabeyler görüp ‘alın’ ve benzeri derlerse belki almıştır. Bazı
arkadaşlar düzenin tüketim kütürünü saflarımızda giyimde kuşamda ‘moda’ diye
sürdürürken onun böyle şeyleri hiç olmamıştır. Aksine yeri geldiği zaman
bunların yanlış olduğunu söylemiştir.
Öfkesi büyüktü…
Saflarımıza geldiğinden beri hedefi hesap sormak olmuştur.
Adalet duygusu
kuvvetliydi… Bağlıydı. Mücadeleye aynı dönemde başladığımız çok sayıda insan düzene
savrulurken o hep daha büyük sorumluluklar üstlenmiştir. 1 Nisan operasyonundan
sonra aranır durumundayken bırakıp gidenlere öfkeliydi. Delikanlıydı bizim
Hasan, arkadaşını, davasını satmak, yarı yolda bırakıp gitmek onun kitabında
yoktu. Anadolu yiğitleri gibiydi bu yanıyla. Sevdi mi, bağlandı mı,
harbisinden, hesapsızından severdi. Düzendeki kirli çıkarcı ilişkilere tiksintiyle
bakardı, çok uzaktı böyle şeylere.
Dobraydı Hasan... Lafını
esirgemezdi. Sorun çıkartmakta ısrar edenlere, niyeti olmayanlara taviz vermez,
harakete zarar vermelerine izin vermezdi.
Dev-Gençli’ydi Hasan…
Üniversite Kampüsleri’nde binlerce öğrenciye devrimin, devrimciliğin propagandasını
yapmıştır. Sayısız polis saldırısı, faşist saldırı yaşamış, hepsinde de direnmiştir.
Sivil faşistlerin bir saldırısında sırtından satırla yaralanmıştır. Ama aynı
zamanda hesap soran, buna önderlik edendir. İstanbul Üniversitesi’nde
faşistlere unutamayacakları bir cezalandırma eylemine imza atanlardandır. 4
faşisti ağır yaralamışlardır bu eylemde.
Ailesine karşı hep net
olmuştur Hasan; onların tüm baskılarına, düzene geri dönmesi için denedikleri
tüm yöntemlere rağmen her zaman mücadelesinin meşruluğunu ortaya koymuş, açık
kapı bırakmamıştır. Dev-Genç’lilere bu yanıyla da örnek olmuştur.
Hasan vefanın, sadeliğin,
mütevaziliğin, halkın adalet özleminin adıdır. Çıkarsız, hesapsız,
devrime-halka-harekete bağlanmak, her türlü bireysel duygu ve düşünceden
arınmaktır… Yeni insan olmaktır Hasan… Bize bıraktığı en değerli özellikleri bunlardır…
Mücadelenin ihtiyaçları için, hareketi bu süreçte ileriye taşımak için, cüretle
bedelleri tereddütsüz göze alarak öne atıldı.
Ona layık olacağız, daha
çok onun gibi komutanlar çıkaracağız. And olsun ki hesabı da, kanı da, ideali
de yerde kalmayacak.
***
Cüreti,
Bilgeliği ve Mütevaziliğiyle, Dinleyen, Öğrenen, Öğreten Dev-Genç’li Hasan
Abimiz
Özgür tutsaklığın
sonrasında tanışmıştık seninle. Öncesinde seni tanıyanlardan çok duydum adını. Tam
bir Anadolu yiğidi diyorlardı. Anadolunun yiğit emekçi Hasan’ı unutulur muydu
hiç.
Bugün yarın derken
oligarşinin tecrit hücrelerinden çıkmış aramıza katılmıştın.
Bir anını anlatmıştın bir
keresinde; Senin de içinde olduğun üniversitede bir grup devrimciye 3 kat fazla
sayıda faşist saldırmıştı. Hazırlıksızdınız,
kaçmaksa ihtimal bile değildi. Eline ne geçerse silahın yapmıştın, öyleki
okulun ilk yardım araçları bile elindeydi. Beklediğimden iyi çatıştık diyordun.
Cüretinle öncü olandın yine.
Sakin ve emekçiydin her
zaman. Bulaşık yıkamaktan pankart yapmaya her işte sen vardın. Zor yoktu,
yorulma yoktu Dev-Gençliler için. "Yoruldun mu abi" dediğimizde "Ne
yaptık ki yorulalım” derdin. Mütevaziliğinle öğrettin, yaşın-tecrüben
ayrıcalık değildi. Ne iş verilirse eksizsiz yapar, başka bir yerde eksik varsa
kendi eksiğin sayar tamamlamaya çalışırdın.
Bazı zamanlar kızdırırdık
seni. "Nasıl kızıyorsun"diye merakımızdan sırf. Yine de kızdıramazdık.
Yoldaşlarına gözün gibi bakardın, sabırla anlatırdın. Sevgiyle, bağlılıkla
bakardın yoldaşlarına.
Yoldaşlarına
öyle sıcak bakan gözlerin düşmandan bahsederken öfkeyle parlardı. Hesap sormanın
sabırsızlığıyla alevlenirdi gözlerin.
Şimdi
Rıza olarak çıktın karşımıza. Yine öğreten, yine cüretli. Yine sıra neferisin.
Eksik varsa "ben tamamlarım" diyensin. Yorulmadan
imkansızlıklardan imkan yaratansın. Yine coşkulu, cüretli Dev-Gençli’sin.
Tarihimize,
şehitlerimize, özgür tutsaklarımıza layık olan, sözünü tutan Rıza
komutanımızsın
Bekle
bizi Rıza komutan. Senden ve şehitlerimizden öğrendiklerimizle
"geliyoruz".
Katillerden
sorulacak çok hesabımız var.
***
Örgüt
Düşüncesinin Yok Edilmek İstendiği Yerde Hasan Komutan Oldu
Düşüncelerimizi terk
edelim diye yüzlerce katledildik. Yanımızdakine nasılsın diye sorduğumuz için
hücrelerde ceza aldık, hücre havalandırmasının tozlarını süpürüp limon
çekirdeklerinden bitki elde etmek istedik diye cezalara çarptırıldık ve daha
cezaların yüzlerce çeşidi... Hepsi ama hepsi yalnızca kendini düşün ve hiçbir
şeye karşı çıkma idi, özü özeti buydu.
Kuyunun dibinde 12 yıldır
bunun için öldürülüyoruz.
Bu proje NATO’nun
projesi. Oligarşi bu kadar akıllı ve uzun vadeli düşünemiyor, doğrudan
emperyalizmin politikasıyla boğaz boğaza savaşıyoruz.
Kuyunun dibinde yetişti
Hasan. 19 Aralık’la gözünü açtı, hücrelerde kaldı. Çıktı eline silah aldı.
ÖRGÜTTE KOMUTAN OLDU.
Gazi'de oligarşinin iki
polisi değil vurulan, Hasan NATO'yu vurdu. Ben ben diye tutturulan bu dünyada,
ben demeyenin dara çekildiği hücrelerden Hasan, "Sen git Sultan" diye
yetişti. Bana yardım et, kal burada demedi.
Örgüt düşüncesinin yok
edilmek istendiği yerin tam da ortasında Hasan Komutan oldu.
Hasan, şimdi bir Seyit
Rıza değil de ne peki: "Ben de size boyun eğmiyorum, bu da size dert
olsun…"
Alsın emperyalizm
hücrelerini başına çalsın, şimdiye kadar tecrit tecrit dedik, şimdi tecritin bu
haliyle ne yapacağını emperyalizm düşünsün, oligarşiye de bir akıl versin...
***
Savaşma
ve Hesap Sorma Kararlılığında Bir Dev-Genç’li
Eline aldığın her işte
mütevazılık, sadelik var. Yıllar sonra yine aramızdaydın, gençliğin içindeydin.
Bir süre alışman zor oldu sese gürültüye ama bir Dev-Genç’li için zor nedir ki?
Yaşına, deneyimlerine karşın kimsenin inisiyatifini kırmaz, ne iş verilirse
titizlikle onu yapardın.
Yine mütevazı, yine sıra
neferiydin. Coşkun, kararlılığınla Dev-Genç’lisin. Her an herkese sakince bir
şeyler anlatırdın, kaybedecek vakit yok. Düşmandan, katliamlarından bahsederken
kalmazdı sakinliğin, gözlerinde öfke okunurdu. Meşhurdur Yıldız’da
çatışmaların. Her zaman cüretli, her zaman sahiplenen hatalarından ders çıkarıp
şehitlerine en iyisini vermek isteyen Hasan abimiz. Sorulacak hesaplarımıza
seni de ekledik, hesabını soracağız…
***
Merhaba
Hasan,
Takvime bakıyorum, bugün
21 Temmuz. Üşüyorum... Gözlerim ekrandaki satırlarda dolaştıkça üşüyorum...
2004'ün o soğuk Ocak günündeyim, üşüyorum... Hatırladıkça hala gülüyorum. Çok
üşüyorum...
Evinin yokuşunu çıkıp,
çay yapmak için arkadaşlarla mutfağa giriyoruz. Salondan bir ses yükseliyor.
- Şerefsiz!
İçeriye koşuyorum.
- Ne oldu?
Beni duymuyor, mıhlanmış
gibi televizyona bakıyorsun. Her an camı kırıp üzerlerine uçacakmış gibi bakıp,
kendi kendine mırıldanıyorsun.
- Şu şerefsizlere bak,
sokak ortasında kelepçe takıyorlar bir de.
Ankara'da bir gençlik
örgütünün eylemine polis saldırısı var haberlerde. Gaz, polis köpekleri, cop,
kask ve kalkan hepsi hareket halinde... Yanına yaklaşıyorum.
- Kime küfrediyorsun?
Sorumu ilkin anlamaya
çalışıyor, bir an sonra tüm doğallığınla tek kelimeyle cevap veriyorsun:
- Polise.
- Tamam da, neden
küfrediyorsun?
- Küfretmedim, şerefsiz
olduklarını söyledim. Görmüyor musun?
- Hala küfrediyorsun. Biz
Cepheliyiz, hiçbir koşul altında küfretmeyiz...
Hatırlıyor musun, ilk
karşılaşmamızdı bu. Söylediğin hiçbir şeyden ikna olmuyor, diretiyordum.
Saatler sonra bir arkadaş "Çok geç oldu, sabah erken çıkacağız" demese,
bu garip tartışmayı daha ne kadar sürdürürdük bilmiyorum...
Ve şimdi avazım çıktığı
kadar bağırıyorum ilk defa: Emperyalizmin işbirlikçiliğini yapmak ŞEREFSİZLİKTİR!
Kardeş halklarımızın
kanına girmek ŞEREFSİZLİKTİR!
Vatan topraklarını NATO
üsleriyle donatmak ŞEREFSİZLİKTİR!
Yoksul halkın evini
başına yıkmak ŞEREFSİZLİKTİR!
İnsanlarımızın yaşam,
sağlık, eğitim, barınma, düşünme ve düşünceyi açıklama özgürlüğünü gasp etmek ŞEREFSİZLİKTİR!
Halkın her türlü talebini
gaza boğmak ŞEREFSİZLİKTİR!
Selde, depremde,
göçüklerde, iş cinayetlerinde onar onar, biner biner insanlarımızı katletmek ŞEREFSİZLİKTİR!
Toprağımızı, suyumuzu,
havamızı; fabrika atıklarıyla, siyanürle, barajlarla yok etmek ŞEREFSİZLİKTİR!
Farklı milliyet ve
inançlardan halkımızı imha ve asimile etmek ŞEREFSİZLİKTİR!
Kırlarda, şehirlerde,
karakollarda, hapishanelerde, sokaklarda işkence ve infaz yapmak ŞEREFSİZLİKTİR!
Tecritte ölümcül
hastalıklara yakalanan tutsakları tahliye etmemek ŞEREFSİZLİKTİR!
"Bir canım var feda
olsun halkıma"
diyen devrimcileri bir aracın içinde sorgusuz sualsiz yaylım ateşine tutmak ŞEREFSİZLİKTİR!
Kurşunla yaraladığı
devrimciyi teslim alamadığı için tedavisini engellemek acizlik ve ŞEREFSİZLİKTİR!...
Sevgili Hasan, 34 gündür
yüreğimiz ağzımızda bekliyorduk, az önce öğrendim... Kağıda kaleme sarılmamın
nedeni, senin yoldaşın olmaktan hep gurur duyduğumu söylemek içindir. Senden
öğrendiğim her şey için minnet duyduğumu söylemek içindir. Senin yaptığın
gibi, düşmana öfkemi ve devrimciliğimi her gün daha da büyüteceğime söz
verdiğimi söylemek içindir. Yoldaş sevgin, çalışkanlığın, her daim gülen
gözlerin, vatanseverliğin, hiçbir işi yapamam demeyişin, büyük küçük demeden
her işi aynı özenle yapışın, soğukkanlılığın, kendine güvenin, militanlığın,
şehitlerimize bağlılığın bize miras ve en büyük gücümdür şimdi. Akan her damla
kanımızın hesabını soracağız Hasan. Sözümüz söz! Anadolu ihtilali ile
halklarımızın yüzünü güldürecek, şehitlerimize devrim sözümüzü yerine getireceğiz.
Son olarak; bir yoldaşımın Mehmet'in arkasından söylediğini tekrarlamak
istiyorum Engin'e, Mehmet'e, Erdal Abi'ye ve sana: Gözünüz arkada değil üstümde
olsun.
***
“Ya Ölü Yıldızlara Götüreceğiz
Hayatı, Ya Da Dünyamıza İnecek Ölüm”
Hani “günler ağır, günler
ölüm haberleriyle geliyor” diyordu ya şair, işte o ölüm haberleriyle gelen ağır
günlerden birinde yakaladın beni, bizi, hepimizi… Artan polis terörünün sokak
ortasında sıradan emekçileri linç etmeye vardığı, evine iki lokma ekmek
götürebilmek için kaçakçılık yapmak zorunda kalan Kürt köylülerinin üzerine
bombaların yağdığı ve en kötüsü de tüm bu vahşete hak ettiği gibi bir tepki
veremediğimiz, belki de katledilmeye alıştığımız bugünlerde, Gazi Mahallesi’nin
kenarında bir taksinin içinde vücuduna saplanan kurşunlarla yakaladın bizi.
Aslını sorarsan o kurşunların saplandığı yer senin vücudundan öte bizlerin
yüreği oldu. Ama en çok da o kısacık ömründe seni tanıma şansına sahip olan
insanların…
O şansa sahip olan
insanlardan biri olarak günlerdir düşünüyorum. Üniversiteli gençlik mücadelesi
içinde ilk tanıştığımız günleri, daha sonrasında farklı alanlarda yaşadığımız
tesadüfi karşılaşmaları ve elbette ki senin tutsaklıklarını ve haber
bültenlerinde yaşadığımız karşılaşmaları… Bu karşılaşmaların her birinde
duruşundan ve sımsıcak gülüşünden yansıyan yaşama ve mücadelene bağlılığını,
insanlara aşıladığın umut tohumlarını...
Genelde adettendir,
ölümsüzleşen bir devrimcinin ardından akıllar hep güzel anılara gider, ne kadar
tartışma ve gerilim yaşasan da insanın aklında kalan hep olumlu yönlerdir. İtiraf
ediyorum ben senin ardından tersini denedim. Ama yanlış anlama, seni eleştirmek
ya da mahkum etmek için değil. Tam tersine bu arayışta senin tertemiz insanlığından
başka bir şey bulamayacağımı bildiğim için.
Belki aynı alanda çok
fazla bir arada bulunma, çok fazla şey paylaşma şansımız olmadı, ama o kısacık
zaman diliminde yaptığımız politik tartışmalarda bile insanın içini ısıtan bir
sıcaklığın, mücadelene ve savunduğun çizgiye derin bir bağlılığın vardı. Normal
koşullarda insanı çileden çıkartabilecek bir dizi düşünceyi o kadar safça ve
tertemiz bir inançla ifade ediyordun ki karşındaki insana samimi bir
gülümsemeden başka bir şey yapma şansı bırakmıyordun. Bu yüzden yıllardır hiç
karşılaşmamış bile olsak devrimci hareketin yürek burkan tablosuna bakıp
canımın sıkıldığı anlarda aklıma ilk düşen insanlardan biri hep sen oldun. Yaşama
ve devrime bağlılığımın en temel gerekçelerinden biriydin sen ve senin gibi
insanlar…
Çünkü devrimci olmak her
şeyden önce insan olmak demekti. Tüm ideolojik ve politik tahlilleri bir kenara
bırakırsak, insani olan her şeyi yok eden bu düzenden nefret etmeyen, ama daha
da önemlisi o düzenin yok etmeye çalıştığı değerleri ısrarla korumaya
çalışmayan biri zaten devrimci olamazdı. İşte bu yüzden kapitalizmi ve onun
nasıl yıkılacağını tahlil ederken senden çok daha yakın düşüncelere sahip
olduğum birçok insandan daha değerliydin benim için. Senin ve senin gibi
insanların varlığı, adına kapitalizm denilen o aşağılık düzenin ne yaparsa
yapsın amacına ulaşamayacağının en yalın kanıtıydı.
(...)
İşte bu yüzden ölü
yıldızlara hayatı götürmek için acele etmekten başka bir şansımız olmadığını
biliyorum. Ve sana diyorum ki, merak etme, dünyamıza daha kaç tane alçakça ölüm
inerse insin, bezirgan saltanatı mutlaka son bulacak, ölü yıldızlara hayat
sizlerin taşıdığı ışıkla birlikte gidecek.
D.
Taylan
(Bu
anlatım Kızıl Bayrak'ın internet sitesinden alınmış ve kısaltılarak yayınlanmıştır.)
***
Direnişin,
umudun adıdır Rıza.
Kanlar
içinde kalmıştır da
Yine
de nedamet getirmemiştir düşmana.
Son
mermisine kadar çatışmış,
Yine
de teslim olmak gelmemiştir aklına.
Düşmanla
ölümüne vuruşur Anadolu’nun yiğit evladı!
Gerçeği
türkü türküyü gerçek kılar...
Her
kurşunda, gözünün önünden
122
kez ölen şehitlerimiz gelir.
Her
kurşunda, gözünün önünden
Sımsıkı
sarıldığı yoldaşları gelir.
Her
kurşunda, halkımıza, şehitlerimize, yoldaşlarımıza
Verdiği
sözler dökülür düşmanın üstüne.
Sözünü
yerine getirmiştir Rıza Komutan.
Ama
sözümüz daha bitmedi!
Bizim
de söyleyecek sözlerimiz var!
ANAMIZIN
DİLİNDEN DÖKÜLEN SÖZLERDİR ONLAR,
SEN
BİZİM İÇİMİZİ YAKTIN, BİZ DE SENİ YAKANI YAKACAĞIZ...
***
Ölmeyen İki Ölümsüz
Hasan Selim
GÖNEN Erdal DALGIÇ
"
Burjuvazi
katletti içimizden ikimizi
bu iki ölü ölmeyen iki ölümsüzdür!
Burjuvazi
kavgaya davet etti bizi
davetleri kabülümüzdür!
Biz nasıl bilirsek hep bir ağızdan gülmesini
biliriz öylece yaşamasını ölmesini
hepimiz-birimiz için
birimiz-hepimiz için..."
Burjuvazi, Erdal Dalgıç
ve Hasan Selim Gönen yoldaşlarımızı katletti. Her iki yoldaşımızda, değişik yer
ve zamanlarda F Tipi hapishaneler'den tahliye olmuşlardı.
Özgür Tutsak cephesinin
birer sıra neferi olarak, tutsaklık koşullarında bulundukları sürece tecritin
dayattığı küçülmenin karşısına ufuklarını büyüterek çıktılar. Zamanın ve zulmün
sınadığı iradelerini sağlamlaştırdılar. Sabırlarını öfkeyle harmanlamasını
bildiler.
122'lerden öğrendiler.
Büyük Direnişi'mizin "Bir canım var, Feda olsun halkıma, vatanıma"
bilincini, sevgisini, cüretini içselleştirdiler. Tecritin dayattığı ne
varsa, hepsine karşı onuru büyütüp umudu savundular. Hücrelerin köhneliğine,
çürümüşlüğüne ezdirmediler kendilerini.
Tecrit politikası,
devrimciliğin tasfiyesi için uygulansa da, Büyük Direnişimiz'den öğrendikçe
Özgür Tutsaklığı içselleştiren Erdal ve Hasan Selimler, tecritin her amacını
her anlamda ezip geçiyorlar işte böyle.
Ve değişik zamanlarda,
dışarı uğurladık her ikisini de. Birlikte keskinleştirdiğimiz hıncımızı,
paylaştığımız adalet hasretini ve beraber kurduğumuz hayallerimizi emanet ettik
onlara.
"Biz içerde
onurumuzu ezdirmeyiz asla, siz büyütün yoldaşlar umudumuzu dışarda", diyerek uğurladık coşkuyla
onları.
Onlar ki, kafalarında
ezip geçtiler düzene; ve düzene dair her şeye, dışarı çıkınca da bir tekme
atmasını bildiler. Çünkü, sözlerinin eriydiler. BİZ'dendiler. İçerde ve dışarda
kim olduklarını unutmadılar. Hayatın gerçeklerine, kavganın ihtiyaçlarına
kapamadılar gözlerini.
Onlar, Anadolu'nun iki
yiğit delikanlısı, halkın iki kahramanı ve bizim can yoldaşlarımızdılar.
Erdal Dalgıç'tı birinin
adı. Yaşı kırk altıydı. Ama "eski tüfek" değil, tarihin filintasıydı.
Öyle ki, halkın adaletini kuşanarak dayandı zulmün kapısına.
Hasan
Selim Gönen'di diğer yoldaşımızın adı. Yaşı, yirmi dokuz'du. Her daim
Dev-Genç’liydi.
Kavgamızın
neşeli neferi ve bükülmeyen bileğiydi.
Ve
halka ve vatana ve yoldaşlara ve bunların toplamı olarak BİZ'e bağlılığı onur
bilenlerdendi her ikisi de. Ve şimdi, yürek denilen şarjöre basıyoruz unutulmaz
anıları ve sorulacak olan hesaplarını.
Burjuvazi,
katletti içimizden ikimizi. Ama yok edemedi. Bunu asla başaramazlar. Onlar Mahir'in
dediğince ölümsüzleştiler:
"...
Düşenler geride kalmazlar. Onlar emekçi halkın kalbinde, ruhunda ve bilincinde,
devrimin önder ve itici sembolleri olarak yaşarlar. Düşenler devrim için,
devrim yolunda vuruşarak düştüler. Kalbimize, ruhumuza ve bilincimize
gömüldüler. Onlar kurtuluşa kadar savaş şiarını, devrim yoluna kanları ile
yazdılar. Yolumuz bu yolda düşenlerin yoludur." (Mahir Çayan)
Yolumuz,
Erdallar'ın yoludur. Safımız, Hasan Selimler'in omuzbaşıdır. Ve hıncımız,
şehitlerimizden yadigardır.
Boşuna
sevinmesin halk düşmanları. Tarih tanıktır, bir gidip bin gelişimize. Tarih
tanıktır, "Bu kaçıncı ölmem" deyişimize. Ve tarih tanık olacaktır bir
kez daha, dökülen kanın sorulan hesabına...
Yumruğumuz
sıkılı, bilincimiz hınçla dolu ve umudun ezgisiyle, bir kez daha uğurluyoruz
şimdi onları: "Hava barut kokuyor, haritam kan içinde/ Söz eylemini
bitirmiş, silahın eylemidir şimdi/ Göğsümüzde umudun çapraz fişekliği..."
Erdal
ve Hasan Selim'e Bin Selam!...
Özgür Tutsaklar
***
Yaşamak
Yüzünü
güneşe dönmektir
"Yoldaşlar"
diyerek
başlamaktır
güne
Yaşamak
Bazen
ağız dolusu gülmektir
Bazen
yüzünü kanla yıkamak
Yaşamak
Kurşun
sesleriyle
Anlatmaktır
Engin'i
Barut
kokusu içinde
Erdal'la
vedalaşmaktır
Sarıp
sarmalamaktır
Ve
ellerini eline alıp
Öfkeni
düşünle
yoğurarak
savaşmaktır
Sokakları
peşine katıp
Kondulara
adalet taşımaktır
Kuşanıp
feda'yı
Kor
güneşe koşmaktır
Yaşamak
Temmuz
sıcaklığında
Hasan
Selim olmaktır
Cüretle
dövüşmektir
Usulca
Bir
gülüş sıcaklığında
Yıldızlara
süzülmektir.
22 Temmuz 2012
(Hasan Selim Gönen’e, Sincan F Tipi)
***
“Şimdi Elimizde Bayraktır Hasan”
2005 yılında tanıştık
Hasan'la. Dev-Genç'liydi. Aranması olduğundan kaynaklı hem eylemlere katılması
hem de kurumlara gelmemesi gerekiyordu. Ama o koşullarda da Hasan bir şekilde
faaliyetlere ortak oluyordu. Bir taraftan kaçak yaşıyordu ama bir taraftan da
okullardaki faaliyetlerin örgütlenmesinde, olanaklar yaratılmasında, gençliğin
bulunduğu çeşitli yerlerde (kafe vb.) yürütülen çalışmalarımızda görev ve
sorumluluklarını sürdürüyordu. Bu görev, yeni insanlarla kafe vb. yerlerde
ilişki kurmak ve bu ilişkileri okullardaki Dev-Genç'lilerle tanıştırmaktı.
Çalışma
yaptığı okula nadiren gidebildiği gibi, diğer okullardaki Dev-Genç'lilerden de
sadece bir kaç kişiyle görüşüyordu Hasan. Onlar üzerinden yürütüyordu
faaliyetlerini. O arkadaşlardan biriyle bir gün ben de Hasan'la görüştüm. 1.80
boylarında dev gibi bir Dev-Genç'li... Konuşmaya başladığında ilk dikkatimi
çeken coşkusu, aranır durumdayken ağız dolusu gülüşü ve yoldaşlarına bağlılığı
sevgisi, özlemi oldu. Çünkü sohbet boyunca Dev-Genç'lileri sordu. Görüşemediği
arkadaşlarını, şu nasıl, ne yapıyor, sağlığı iyi mi... çalışmalar nasıl
gidiyor... ve arkadaşları ne zaman görürüm sorusu.
Sonra sohbet eylemlere
katılmamaya geldi. Hasan gözaltına alınıp tutuklanacaksam varsın tutuklanayım
böyle belirsizlik hiç iyi olmuyor diye düşünüyordu. Gerçekten de aranma konusu
belirsizdi. Tutuklanıp tutuklanmayacağı bile belli değildi. Bu hukuki sürecin
netleşmesini bekliyordu bir anlamda. Hasan bu düşüncesini her fırsatta dile
getiriyordu ama aylardır da "bekleyeceksin" cevabını alıyordu. Fakat
6 Kasım yaklaşırken bu talebini daha ısrarlı ifade etmeye başladı. Çünkü
Ankara'ya gidecekti. Kızılay'a çıkmayı hedefleyeceğimiz için yine çatışmamız
gerekecek, gözaltılar, tutsaklıklar yaşayacaktık. Hasan özellikle böyle
eylemlerde görev almayı istiyordu. Düşmanın sıradan bir basın açıklamasında ya
da dergi dağıtımında da her türlü saldırıyı, gözaltı tutuklama ve katletmeyi
yapabileceğini şüphesiz biliyordu. Ferhat böyle felç kalmıştı. İrfan böyle
katledilmişti. Bu savaş gerçeği, düşman gerçeğidir biliyordu. Ama bazı eylemler
vardır ki, daha risklidir. İşte Hasan o riski almak, bedelleri omuzlamak
istiyordu. Ki, Hasan'ın kahramanlaşması tercihlerinin ve taşıdığı bu
özelliklerinin sonucudur.
Talebi kabul edildi ve
Hasan'a 6 Kasım'a katılacağı söylendi. Yanlış hatırlamıyorsam tek başına
gidecekti Ankara'ya. Otobüslerle toplu gidilecek kitlenin içinde olması arama,
GBT vb. kontrol olduğu durumda iyi olmayacağı için tek gitmesi uygun
görülmüştü. Tabii Hasan 6 Kasım'a katılacağını öğrenince gerisi teferruattı.
Coşkusuna diyecek yoktu. Bazı arkadaşlar eyleme katılamayacaktı. Hasan bunu
öğrenince "Vah vah gelemeyecek demek, neyse canım söyleyin ona üzülmesin
biz onun yerine de çatışırız" diye arkadaşlara haber göndermeye, onlarla
uğraşmaya başladı o coşkuyla.
6 Kasım'da Ankara'ya
gitti. Onlarca arkadaşımızla birlikte gözaltına alınıp, işkenceden geçirilip
tutuklandı. İlk mahkemede de tahliye oldu. Bu tahliyelerde de Dev-Genç'lilerin
tutuklananların serbest bırakılmaları için yaptığı çalışmaların önemli etkisi
olmuştu. Dev-Genç'liler her zamanki gibi tutsaklarını sahiplenmiş, serbest
bırakılmaları için seferber olmuştu. O sürede Hasan'ın önceki aranmasındaki
belirsizlik de çözülmüştü. Herhangi bir olumsuzluk çıkmamıştı. Tahliye
olduğunda Sincan F Tipi’nden direk İstanbul Gençlik’e geldi. Yine her zamanki
gibi coşkuluydu. Tutsaklık bu coşkuyu daha da arttırmıştı sadece. Aylar sonra
ilk kez geliyordu gençliğe. "Böyle rahatça gelmek de varmış buraya"
diye mutluluğunu paylaşıyordu herkesle. Öyle ki, evine daha sonraki günlerde
gitti. Ki asıl evi orasıydı Hasan'ın. Dev-Genç'lilerin yanıydı. Tahliyesinin
ardından daha ciddi ve önemli sorumluluklar üstlendi. Dev-Genç komitesinde
çalışmaya başladı.
Savaşçı olma isteği ise
hiç eksik olmadı Hasan'da. Bu yüzden Cepheli olmuştu zaten. Cephe Ailesi'yle
tanışmadan önce otonomcularla, anarşistlerle görüşüyormuş ama bir gün tanıdığı
bir abisi (Cephe dostu bir abi) "Bak oğlum" demiş Hasan'a. "Devrimcilik
yapmak istiyor musun sen?" diye sormuş. O da "Evet abi"
demiş. "O zaman ne işin var senin otonomla motonomla? Bu işi doğru
düzgün yapacaksan Cepheli ol, orada savaşın da alasını, adamlığın da alasını
yaparsın." demiş. Hasan da bunun üzerine bizimkileri bulup
ilişkiye geçmiş. Bunu hep güle güle anlatırdı bize. Hesap soran olmayı, halkın
adaletini uygulamayı daima istedi ve bu hedefine ulaştı. Bir savaşçı oldu.
Savaşarak şehit düştü. Şimdi elimizde bayraktır Hasan. Değerli anısı önünde
saygıyla eğiliyorum.
***
Komutan Rıza (Hasan Selim Gönen)
Dört yıldır görmüyordum
seni, Gençlik’te çalıştığımız beş yılın ardından, bu çok uzun bir zamandı. Dört
yıldır görmüyordum seni ama sanki az evvel konuşmuşuz, şimdi buradaymışsın duygusunu hissediyorum.
Yoldaşlık bu duyguydu. Şehitlik haberini aldığımda yüreğim dağlandı
sandım, yoldaşım, abim, kardeşim, arkadaşım...
Seni ne kadar anlatsam az
kalacak. Mütevazılık, sevgi, devrimci saflık, fedakarlık, öfke ve cüret hepsi
seninle ete kemiğe bürünürdü.
Gülünce gözlerinin içi
gülerken, utandığın zamanlarda yanakların allaşırken, hastalanıp yataklara
düştüğünde küçük bir çocuk gibi tertemizdin. Ve ihanetçilerden, faşistlerden
konuşurken gözlerindeki öfkeyi görmemek için taş olmak gerekirdi.
Heyecanlandığında, bir
işi başardığında gülen gözlerin, düşmana karşı öfke saçardı. O öfkenin nedeni
19 Aralık'ta yanan Fidan'dı, kurşunlanan
Fırat'tı. Öfken halkımızı yoksulluğa mahkum edenlereydi, insanlarımızı yozlaştıranlaraydı.
Çünkü sen; saf ve güçlü bir insan, yoldaş sevgisiyle mücadele ediyordun. Bu
yüzden halkımıza kan kusturan işkencecilere karşı öfke duyuyordun.
"Şube polisi de trafik polisi de devrimcilere işkence yaparken aynı kinle
saldırıyor, birbirinden farkları yok" derdin.
İlk tanıştığımız 2003'ün
Mayıs ayında yapılan İTÜ şenliklerinden çok kısa süre önce, karşı devrimci İşçi
Partisi'nin ADKF'lileriyle YTÜ'de bir çatışma yaşanmıştı. Sen o çatışmada en
önde olanlardandın. İlk orada görmüştüm yaşanan çatışmayı anlatışını,
heyecanını, coşkunu. Kendinin neler yaptığını anlatmamıştın ama seninle olanlar
anlatmıştı en önde olduğunu. Sen kendini anlatmazdın, her halinde mütevazılık
vardı.
Daha
lise yıllarında pek çok devrimcinin, insanın okumadığı kitapları okumuştun.
Felsefenin Temel İlkeleri, Ekonomi Politik, Leninizm İlkeleri vb. teorik olarak
çok bilgin vardı. Sen bu bilgileri yeri geldiğinde kullanırdın, konuştuğunda
konuya hakim olduğun hemen anlaşılırdı. Anlattığın kişi anlamazsa vakit
yettiğince uzun uzun anlatırdın. Ve eğer anlamışsa gözlerin ışıldardı.
Sosyalizme
inanıyordun ve sosyalizmi getirebilecek tek örgüt devrimci hareketimizdi. Bu
güçle, bu inançla gelmiştin mücadeleye. Gelmiştin diyorum çünkü, lise yıllarında tanımışsın devrimci mücadeleyi ama
örgütlenmemişsin. YTÜ'yü kazanıp geldikten bir süre sonra Dev-Genç'lileri
bulmuşsun, telefonunu vermişsin "beni arayın" diye, ama aramamışlar.
İYÖ-DER'liler
seni aramayınca sen gelmişsin yanlarına. Gülerek anlatırdın "gelmeseydiniz
şimdi barlarda akıllı solculuk yapıyor olurdum" diyerek ve eklerdin "onları
da biz örgütlemeliyiz öyle çok işimiz varki."
Mecidiyeköy'de
bir öğrenci eviniz vardı. 1 Nisan komplosu olana dek 4-5 ay oturabilmiştiniz.
Sabaha dek pankart yapmıştık bir çok kez, uykuyla. Gün boyu koşturmacanın
yorgunluğu birleşirdi ama sen "işimizi bitirmeden uyumayalım" derdin.
İnce ince hesaplardın harflerin boyutunu, nasıl yapılacağını. Pratik
olarak pek çok işi sakince, ustaca yapardın.
Sibel Yalçın Parkı’nda kullandığımız küçük Mahir Çayan sülietlerini sabırla
yapmıştın, boydan boya kaplamıştı üçgen küçük flamalar parkı.
Bir eylemin ardından ya
da bir işi bitirdikten sonra nasıl da gülerdi gözlerin. İşte o yüzündeki
çocuksu gülüşün, devrimci saflığın ve mütevazılığın yalnız Cephelilere aitti.
Bir gece 19 Aralık
Katliamı ile ilgili pankartları yapmak için eve gitmiştik. Evdeki eşyaları
kaldırıp bir kenara yığmıştık, geç bir saat olduğu içinde gürültü yapmamamız
gerekiyordu. Evdeki tüm odalarda pankart yapıyorduk. Yapılması gereken pankart
çoktu, sabaha dek yapacaktık
pankartları. Yanımızdaki arkadaş "bu halde ev basılırsa, polis bizi
katleder, yanımıza da silahı bırakır, çatışma çıktı der" gibi sözler
söylemişti. O zaman senin yüzüne bakmıştım "biz de Uğur ve Şengül oluruz o
zaman" diyerek pankartları yapmaya devam etmiştin.
1 Nisan komplosundan
dolayı sen de tutuklanabilirdin, komploda adın geçiyormuş. Bu nedenle
derneklere girmiyordun ama okulda, yurtta, öğrenci evlerinde kalarak
faaliyetlerini yürütüyordun. Ben kısa süreli bir tutsaklık yaşamıştım.
Çıktıktan sonra yeniden birlikte çalışmaya devam ettik.
YTÜ, İTÜ, İ.Ü, Mimar
Sinan üniversitelerinde yaptığımız tüm çalışmaları seninle birlikte örgütledik.
Derneklerde, okul kantinlerinde buluşup konuşurduk, kararlar alırdık. Sen
buluşma saatimiz kaçsa o zaman gelirdin, gecikmeden, bekletmeden. Seni
bekletenlerin isimlerini sayardın tek tek "beklemeyi de, bekletmeyi de
sevmem" diyerek. 2005 6 Kasım'ında tutuklanıp çıktıktan sonra daha bir
coşkuyla sarılmıştın mücadeleye.
Birlikte mücadeleye
başladığın insanlar bırakıp gittiler. Onların kaçıp gidişlerine öfkelendin. "İnsan
arkadaşını, yoldaşını yüzüstü bırakıp da, çöplükte yaşamayı tercih eder
mi" derdin. O parıldayan
gözlerin ihanetçilerden, faşistlerden, polisten bahsederken öfkeyle parlardı.
Bırakıp gidenlerle yaşadığın, paylaştığın çok şey vardı, bazen o anları da
silip anlatmazdın. Şehitlerimizin, abi-ablalarımızın, birbirimizin
yaptıklarından öğreniyoruz diyerek şehitlerimizi anlatırdın. "İhanet
edenlerden kalan güzellik yok, anılarımız askerlik anısı değil ki, öğretmiyorsa
niye anlatayım” derdin. “Öğretmiyorsa anlatmak niye” diyordun. Bırakıp
giden birinin aslında militan olduğunu söylemişti birisi. Sen öfkelenmiştin ama
sözünü kesmeden dinlemiştin, sonra "bunları yaşayıp, bırakıp
gitmişse bize örnek değildir" demiştin.
19 Aralık katliamını ve
direnişini anlatırken gözlerin dolardı. Delikanlı adamın gözleri dolar mıydı?
Yüreğin yanıyorsa nasıl dolmasındı? Ölüm Oruçları’nda ardarda şehitler
veriyorduk, nasıl yanmayacaktı yüreğin?
Gelibolu'da büyümüştün,
Çanakkale Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'nda halkımızın kahramanlıklarını
anlatırken, tarihi yeniden yaşıyor gibi elini kolunu sallayarak anlatırdın.
Heyecanla, eline tüfek alıp cepheye gider gibi.
Çanakkale'de, Kurtuluş
Savaşı'nda ölmüştü binlerce halk çocuğu. Geriye; halka yoksulluk, açlık,
sefalet kalmıştı. Ama zenginler yine sefahat içindeydi. O zaman da ölen halkın
çocuklarıydı, o zaman da halk kazanmıştı
bağımsızlığı. Ama bugün vatanımızı gözümüzün içine baka baka satıyorlardı
emperyalistlere, bağımsızlık için savaşmaktan daha kutsal ne vardı. Açlığı,
yoksulluğu, ne bitirebilirdi savaşmaktan başka.
Çok kitap okurdun,
cebinde taşırdın kitapları, bu yüzdende büyük cepli montlar alırdık sana.
Şiir okumayı ve dinlemeyi
pek sevmezdin. “Şiir olacaksa Kadife Tenli Zamanlara olsun” derdin. "Bırakıp
sevdamızı kadife tenli zamanlara / ellerimiz ellerimizin sıcaklığını
kaybetmeden / sarılıp soğuk tenine silahın / o kutsal ateşin sıcaklığını
hissetmeliyiz benliğimizde"
Sanat müziğini ve
türkülerimizi çok severdin. Efe türküleri, Orta Anadolu Bozlakları, Kurtuluş
Savaşı türküleri, içtenlikle söylerdin bağıra bağıra. "Hasan sen
söyleme" diye şaka yapardık sana, ama öyle içten söylerdin ki neşeyle
dinlerdik türkülerimizi. "Yetenek kazanılabilir, benim sesim sadece
eğitimsiz" diyerek gülerdin.
Unutkanlıklar yaşardın,
bir süre unutkanlık yüzünden "doktora mı gitsek acaba" demiştik.
Örgütümüz ise "önce
yöntem deneyin, olmazsa doktora gidin" demişti. Oysa ezberin güçlüydü.
Sorun sadece düşünmek ve program yapmaktı. Kendince yöntemler geliştirdin,
notlar aldın, ezber yaptın ve unutmamayı öğrendin. Ama en önemlisi katillerden
hesap sorma yeminini unutmadın, hesap sordun.
Gençlik’te, kampta ya da
başka bir yerde gece nöbet tutulacaktır. Sen bir önceki gece de nöbetçi olsan,
yine nöbet tutmaya gönüllü olurdun. Gençlerimizin tembelliğini görüp kızdığın
da çok olmuştur, ama o kızmalar tembelliği öğreten bu düzeneydi.
Yol paramız olmazdı.
Beyazıt'tan Okmeydanı'na, Şişli'ye yürürdük saatlerce. Yol boyu kimi yerde
gülerek anlatırdık yaptığımız işleri, kimin nasıl yaptığını. Kimi yerde
yapamadıklarımızdan dolayı tartışırdık, “nasıl yapacağız, bu işin altından
nasıl kalkacağız” diye.
Sende saf ve güçlü bir
insan sevgisi vardı. Büyük-küçük herkesi sever ve onlara saygı duyardın. Bir
yoldaşının sorunlarını dinlerken, çözmek için uğraşırken sakin ve sabırlıydın.
Hiç çözemesen de dinleyerek, paylaşırdın. Her şeyden önemlisi güven verirdin.
Anne tarafında Pomak'lık
vardı. Kuran-ı Kerim'i okumuş hatmetmiştin. Dini konularda da, Alevi-Sünni
tartışmaları uzadığı zamanlarda da dinin sistemdeki rolünü anlatırdın tane
tane, sakin sakin. Seni tanımayan biri o sakin görüntüne bakıp "faşistleri
döven Hasan bu mu" derdi. Ama sendin.
Yıldız'da okuduğun
sıralarda, Beşiktaş'daki faşistlere senin fotoğrafını gösterdiklerini duymuştuk,
sen yine aynı cüretle gülümsemiştin. Faşistlerle ya da polisle bir çatışma
çıksa sen yanında olan insanlara da güven ve cesaret verirdin. Bir arkadaşımız
"kızlar bu işten anlamaz" demişti, sen "bizim kızlar faşistleri
dövmekten de, silah kullanmaktan da senden benden daha iyi anlar merak
etme" demiştin.
Hata yapmaktan korkmadın,
kendine güvenen insan korkmazdı, hatalardan sen de korkmazdın örgütüne, yoldaşlarına
güvenirdin.
1 Aralık işgalinde
Hamiyet ve Ali Rıza varmış, sonra İzmir'de aynı birlikteymişler. Onları örnek
alıp "biz de öyle olabilmeliyiz"derdin. Ali Rıza komutan gibi
çatışarak, yoldaşını koruyarak şehit düştün.
2006 yılında 1 Mayıs'ta
tektiplerin en önünde yürüyenlerdendin.
Şimdi hepimizin
önündesin, emekçiliğinle, militanlığınla, saflığınla, mütevazılığınla. Bir kez
daha öğrettin bize. Sen hesap sormak için yaşadın, adalet için döktün kanını.
Senin o tertemiz sevgine, fedakarlığına layık olmak, seni yaşatabilmek bizim
gö-revimiz. En önemlisi de hesabını
sormak, senin ve tüm şehitlerimizin.
Yoldaşım, abim, kardeşim,
son bir kez göremedim seni ama görüşeceğiz, sana layık olacağız.
Vermeyecek sen istemeyince,
Boğazını sıkmayınca
Kusmayacak senin olanı...
Boğmak isteyecek seni,
Karnındaki zürriyetini bile...
Ama sen bileceksin çektiklerini:
Aç yatılan geceleri,
Kuyruklarda çekilen çileyi,
Dilendirilmeyi...
Kapına bırakılan sadakayla
Bir saatlik gülebilmeyi,
Sokak başlarında ucuza gitmeyi
Unutmayacaksın...
Kaldır kolunu!
Tut yanındakini
Senin gibi düşeni,
Düşünme sakın incitmeyi...
Gir onunla kolkola!
Halaya girer gibi,
Kavgaya gir sokakta...
Kaybettiğin ne varsa
Kavgada bulacaksın sonunda...
***